Bir yil önce, bunu yazdım:
20 Temmuz 1974; doğduğum, büyüdüğüm ve yaşadığım ada olan Kıbrıs’ın yakın tarihindeki en trajik tarihlerinden biridir. Bugün bu acı dolu yıldönümünün üzerinden 50 yıl geçti. O gün Türkiye’nin Kıbrıs’a acımasızca askeri müdahale yaptığı ve adanın %37’sini yasa dışı bir şekilde işgal ettiği gündür.
O zaman neredeyse 5 yaşındaydım ama o günleri, işgali ve sonrasındaki ilk yılları oldukça iyi hatırlıyorum. İlk geceyi yaklaşık otuz kişilik ailemizle birlikte vaftiz babamın evinde üst kata çıkan kapalı merdivende uyuyarak geçirdiğimizi hatırlıyorum.Erkeklerin havalı bir tüfekle salondaki camdan dışarıya baktıklarını hatırlıyorum. Rüzgarla sürüklenip bizim tarafa geçen ama zaten ölmüş olan bir Türk paraşütçünün hikayesini de sık sık duyuyordum. Ertesi gün kadınlar, çocuklar, büyükler, hepimiz korunmak için Kampos köyünegittik. Savaşırken kaybolan ama neyse ki sağ salim geri dönen babamı da unutmuyorum.
İkinci işgal sırasında babam askerdeydi ve bizi bazıkomşularımız Amiandos köyüne götürdü.
Sonra kendi yakınlarını almaya geri döneceklerdi. Strovolos bölgesinde Türk uçakları üzerimizden geçerek bombardıman yapıyordu. Okul yıllarımdagöçmenlere, işgal altındaki köylerden gelen sınıf arkadaşlarıma ve babası kayıp olan sınıf arkadaşıma verilen yemek yardımlarını hatırlıyorum. Ayrıca televizyonda kayıpların fotoğraflarını tutan kadınların görüntülerini, yardım çadırlarını, göçmen kamplarını, işgalcilerin barbarlığına maruz kalanların yaşadıkları hikâyeleri de hatırlıyorum. Uzun yıllar boyunca Türk işgalcilerinin peşimden geldiği rüyaları da unutamıyorum. Sonraki yıllarda tecavüzlerle, toplu katliamlarla ilgili pek çok hikâye duydum. Ayrıca, gözlerinin önünde ailesinin neredeyse tamamınınkatledildiğine tanıklık eden bir arkadaşımın babasının hikâyesini de duydum. Daha sonrasında Kıbrıslı Rumlar tarafından yapılan Muratağa, Sandallar ve Atlılar katliamlarını öğrendim. Diğer tarafın anlatımlarını da öğrendim. Hiçbir savaşın kazananı olmaz; savaşlar geride sadece yaralar bırakır.Bu sabah sirenleri duyunca yaşadıklarımızı ve hâlâiçimizde taşıdığımız acıları hatırladım. Bu 50
Sonra sosyal medya hesaplarımı kontrol ettim. Çok sevdiğim bir arkadaşım, Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği tarafından hazırlanmış ve iki toplumdan çocukların yer aldığı bir videoyu paylaştı.Videoyu çok umut verici ve iyimser bulduğum için ben de paylaştım.
https://fb.watch/Aa1DfNsM5-/?fs=e
Sonra bir Türk arkadaşımın hikâyesini gördüm. «Barış Günü» için Türkçe ‘İyi Bayramlar’ dileğinde bulundu. Ben de ona mesaj atarak Türkçe ‘Savaşın kazananı, acıların bayramı olmaz’ diye cevap verdim. Daha sonra Kıbrıslı Rum arkadaşımın hikâyesini de gördüm; Yaklaşık elli genç, üzerlerinde siyah kıyafetlerle Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına ‘Kıbrıs Yunandır’ diye bağırıyordu. Ona ‘Orta Çağ’a dönmüşsünüz resmen!’ diye cevap verdim.
Şunu da belirtmek isterim ki yukarıda bahsettiğim arkadaşlarımın hiçbiri 1974 yılında doğmamıştı. Önünümüzdeki günlerde onlarla görüşeceğim vesohbet edip şakalaşacağım. İşte benim hayalini kurduğum yer. Sevginin, kabulün ve barışın hâkim olduğu; düşüncelerimi de özgürce paylaşabildiğim bir Kıbrıs.
Şimdi bu soruyla baş başa kalıyorum: Geçmişte yaşadığımız ve nefret beslediğimiz sürece umut var mı? Tarihten ders çıkarmayıp, başkalarının inaçlarıyla yaşadığımız, gerçeklere dair geniş bir bilgiye dayalı eleştirel bir bakış açısı edinmediğimiz sürece umut var mı? Kendimizi bile sevmediğimiz için başkalarını sevmek ne kadar zor!
Translation from Greek to Turkish: Donia Georgiou
(The above photos do not belong to me)
No comments:
Post a Comment